limanbet limanbet bonus veren siteler bonus veren siteler bonus veren siteler istanbul evden eve nakliyat cappadocia green tour istanbul sex shop jojobet giriş jojobet casino siteleri holiganbet holiganbet istanbul evden eve nakliyat istanbul eşya depolama
Sendikacı İşverene  Muhabbet Beslerse
Yazarlar // 7 Ocak 2023 Cumartesi 22:10

Ragıp GÖKER

12 Eylül'ün faşist cuntası.

Bütün cuntalar ve cuntacılar faşisttir aslında ama bizim kuşak en çok ondan
etkilendiği için mi bilmem 
cunta denildiğinde, ilk 12 Eylül, akla geliyor ama 12 Mart
da tıpkı 12 Eylül gibi bu ülkenin üstünden silindir gibi geçmişti.

12 Mart'ta darağaçlarına bu ülkenin genç fidanları gönderilmişti. Etkisi uzun yıllar unutulmayacak.

Ve fakat. 12 Eylül cundası da silindir özelliğindeydi...

O dönemde de, 'bir sağdan, bir soldan' denilerek bu ülkenin gençleri darağaçlarına gönderildi.

Binlercesi zindanlarda çürütüldü.

On binler 1402'lik oldu, işlerini - aşlarını kaybetti.

Bir kuşak büyük acılar yaşadı yani.

Yaşananlar uzun süre daha unutulmayacak ama faşist cuntanın bu ülkeye en büyük
etkisi sistemin tümden değişmesine neden olmasıdır.

Sözüm ona hala demokrasiden söz ediyoruz felan ancak, faşist cuntanın en önemli
etkilerinden biri de demokrasi anlayışımızı sulandırmasıdır.

Zamanın seçilmiş hükümeti görevinden uzaklaştırıldı.

Bu ülkeyi kuran parti dahil olmak üzere bütün siyasi partiler kapatıldı.

Anayasa değiştirildi.

Bir darbe döneminin ürünü olsa da, bu ülkenin gördüğü en özgürlükçü anayasa olan
61 Anayasası lağvedildi.

Yerine günümüzde yürürlükte olan 81 Anayasası geldi.

Bir dönemin gençliği sokaklarda bir birilerini boğazlarken, ülkenin bütün şehirlerinde
sıkıyönetim uygulanmasına rağmen, olan biteni uzaktan seyredenler, o özgürlükçü
Anayasayı bahane etmişlerdi.

Öyle bir ortam hazırlanmış ki;
O ortamın sonucunda halkımız, denize düşenin, yılana sarılması gibi, darbe
Anayasası'nı yüzde 91,37 oyla kabul etmişti.

Oysa özgürlüklerimizi kaybettiğimizi geçte olsa anlamıştık ama iş işten geçmişti.

81 Anayasasıyla birlikte kaybettiğimiz kazanımlardan biri de grevli, lokavtlı toplu iş
sözleşmesiydi.

Diyeceksiniz ki: Grev hakkı hala var. Var elbette. Ve fakat.
Etkisi 80 öncesi gibi mi sorarım. Çalışanların yarısı asgari ücrete mahkum edilmiş ülkemde sendikalar da var.
Var olmasına var da.

Asgari ücretin tespiti sırasında, hükümetin önerisini, ortalık karışırdı gibi bir gerekçeyle kabul ettiğini söylemekle övünen sendikacısı, çalışanları enflasyona
ezilirken yüzde 25'i alkışlayan, memur sendikaları var bu ülkenin.

Hükümet de bir işverendir unutmayın.

Sendika başkanlarının da bir siyasal partiye sempati duyması insanı bir durumdur.

Bunu eleştirmem elbette.

Ve fakat.

Sendikacı, işverene duyduğu muhabbeti alenen belli ederse, çalışanların hakkını
alabileceğine inanmıyorum.

Sendika başkanı, yüzde 25'i alkışladı mı, alkışlamadı mı bilmem ancak, kamuoyundaki
memnuniyetsizlik sonrası, Cumhurbaşkanı'nın '5 puanda benden' demesi sonrası,
o sendikadan daha önce hiç olmadığı şekilde peşi sıra yapılan 'memnuniyet'
paylaşımları sendikada oluşan;acaba yanlış mı yaptık gibi bir tavrı işaret ediyor gibi geldi bana.

Sendikacı, çalışanın hakkını almak ister.

İşveren vermek istemez.

Böyle bir ortamda işverenle sendika kıyasıya pazarlık eder.

İşveren, sendikacının kendisine muhabbet beslediğini anlarsa, pazarlığın sonucu
'siz, nasıl tensip ederseniz efendim'  gibi bir noktaya evrilir ki, önceki yılın asgari ücret görüşmelerinin sonuç bildirgesi açıklanırken, işçi sendikası başkanının,
mikrofonlara yansıyan itirafı gibi hoş olmayan durumlar ortaya çıkar. Bu durum da çalışanların tam olarak haklarını aldıkları söylenemez sanırım.