Biz Endüstri 4.0'a Ulaşamadan, Çin 5.0'a Geçiyor
Yazarlar // 26 Aralık 2025 Cuma 13:40

Ragıp GÖKER

Avrupa’yı orta çağ karanlığından kurtaran sürecin Rönesans aydınlanmasıyla başladığına inanılır ama kıta Avrupa’sını dünyanın diğer bölgelerinden ayıran en büyük özellik Avrupa’nın sanayi devrimini yapmasıydı.

Coğrafyamızın yanı sıra, dünyanın büyük bölümünde üretim kol gücüyle yapılırken, İngiltere’de buharlı makinelerle yapılmaya başlayan üretim, daha önce matbaanın da keşfi nedeniyle kısa sürede Avrupa’nın diğer ülkelerinde de yaygınlaştı.

Biz o süreçte ne yapıyorduk derseniz: 
Ulema’ya danışıyorduk ki; o Ulema İngilizlerin Rus’larla savaşı sırasında İngiliz askerlerine başta sağlık desteği olmak üzere verdiğimiz lojistik destek nedeniyle dönemin padişahına hediye edilen otomobile ‘’Gavur icadı’’ diyordu.

Matbaanın topraklarımıza 200 yıl geç gelmesini sağlayan Ulema, Gavur icadı yakıştırması yaptığı otomobilin, galeyana getirdikleri ahali tarafından Sarayburnu’ndan denize atılmasını sağlayarak, makinelerin üretim tezgahlarında kullanılmasının da önüne geçiyordu.

Bunun içindir. Cumhuriyetimizin ilk yılında, yani 1923'te, Türkiye ekonomisi Osmanlı İmparatorluğu'ndan miras kalan zayıf bir yapıya sahipti. Ülke büyük ölçüde tarıma dayalı bir ekonomiydi; nüfusun büyük kısmı kırsalda yaşıyor ve tarımla uğraşıyordu. Sanayi sektörü oldukça sınırlıydı, üretim kapasitesi düşük ve maliyetler yüksekti. Üretilen mallar tüketimi karşılamıyor, madenler ve tarımsal ürünler işlenmeden yurtdışına satılıyordu. Ekonomi, ham madde ve gıda ihracatı karşılığında işlenmiş ürün ithalatına dayanıyordu. Yabancı sermaye, finans, demiryolları, madencilik, limanlar ve kamu hizmetleri gibi kilit sektörlerde hâkimdi. Kapitülasyonlar nedeniyle gümrük vergileri sınırlıydı ve yerli sanayi korunamıyordu.

İzmir İktisat Kongrelerinde alınan kararların izinde, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren büyük bir değişim başladı. Bunun sonucu olarak 1927 yılında sermaye yapımızdaki yabancı hakimiyeti gerilerken 1930’lu yıllar itibariyle geliştirilen ‘’Devletçilik’’ ilkesi sonucu sermayemizdeki yabancı hakimiyeti yüzde 4’lere kadar geriledi.

Sonra yine durduk.

İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan sıkıntılardan oldukça bunalan halkımız, NATO’ya girdiğimiz tarih itibariyle Marshall Yardımı olarak bilinen süreçle birlikte Kayseri’deki uçak fabrikaları gibi birçok işletmeyi de kapatarak, üretmeden tüketmenin yolunu seçti.

Ve fakat. 
Hiçbir şey yerinde durmuyor. 
Dünya dönmeye devam ediyor, dolayısıyla değişimde durmuyordu. Dünya,15 yıl kadar önce Endüstri 4.0’ı konuşmaya başladı.

Dünya Endüstri 4.0’la büyük bir dönüşüme hazırlanıyordu. Sanayi, kol gücüne dayalı üretim alışkanlığından makineleri, bilgisayarların kontrol edeceği bir süreç olan otomasyona geçmeyi test ediyordu.

‘’Ülkemiz buna hazır mı?’’ şeklinde tartışmalar hala sürerken, 4.0 sürecini ıskalamaktan korkuyorduk ki; ülkemizin yanı sıra, dünyadaki gelişmeleri de yakından izlediğini bildiğim Dostum Mehmet Cengiz’den gelen bir mesajda Çin’in, Endüstri 5.0’ test ettiğini öğrenmiş olmanın şaşkınlığını yaşadım.

Çin’de üretim tezgahlarında hiç kimsenin çalışmadığı, dolayısıyla işçi ücreti, işçilerin iaşesinden (yemeği- ulaşımı) ve daha çok da zamandan tasarrufu öngören şekilde programlanmış bir tekstil fabrikası kurulmuş.

Beş bin dokuma tezgahında insan çalıştırılmadığı için aydınlatmaya da ihtiyaç duyulmayan bu fabrikaya ‘’Karanlık Fabrika’’ diyorlarmış.

Buluşlar herkes gibi beni de heyecanlandırır ama Çin’in Endüstri 5.0’ı test ettiği bu yeni gelişmeye sevinmeli miyim bilemedim.

Özellikle görüntünün sosyal medyadaki paylaşımına ülkemizden yapılan yorumları gördüğümde, gelişmeyi sevinçle değil endişeyle karşılamam gerektiğini anlamış bulunuyorum.

Paylaşım yapanlardan biri, ‘’ipi kim takıyor, hey yavrum’’ diye yazarken, bir başkası, ‘’tel koptu kim takacak?’’ diye sormuş.

Endüstri 4.0 gündeme geldiğinde, sanayide üretim tezgahlarında insan çalıştırmayacağını, gelecekte tezgâhları robotların kontrol edeceğini ama emek yoğun üretim alışkanlığını sürdüren sanayimizin bu durumla nasıl baş edeceğini sorduğumuzu dün gibi hatırlıyorum. Çin’de yapay zekâ ile kontrol edilen tezgahların 7-24 durmaksızın çalıştığını görünce, yaşı 70’e merdiven dayamış ben endişelenirken, ipi kimin takacağını sorgulayan yurttaşımın, gelecekte bir gün işsiz kalmak gibi bir tehlikeyi haber veren gelişme karşısındaki vurdumduymaz tavrıyla ürpermemek elde değil.

Bu anlayış, Sarayburnu’ndan denize otomobil atan güruhun anlayışına bir bir benzemiyor elbette ama Türk insanının, dünyadaki gelişmelerden bu kadar uzak kalmaması gerektiğine de inanıyorum.