10 Milyarlık OMÜ Sınıfta Kaldı
Yazarlar // 18 Aralık 2025 Perşembe 13:03

Ragıp GÖKER

OMÜ, Samsun’un gözbebeği kuruluşlarından biridir.
Tıpkı Büyükşehir ve Atakum Belediyelerinin yanı sıra,  Samsun’un marka değerlerinden biri olarak Samsunspor gibi OMÜ de, logosunda Samsun şehrinin onuru olan Atatürk anıtının armasını taşır.

Onurumuzdur yani.

Ve fakat.
Başta Üniversitenin yönetim kadrosu olmak üzere, Samsun siyaseti, Samsun bürokrasisi ve hatta Samsun halkının kahir ekseriyeti, OMÜ’nün bu özelliğinin ne kadar farkında, bundan emin değilim.

Türkiye’de bugün 200’ün üzerinde üniversite var. Resmî rakam 208. Kâğıt üzerinde bakıldığında tablo etkileyici. Hemen her ilde bir üniversite var, kampüsler yükseliyor, tabelalar çoğalıyor. Ancak üniversite sayısı arttıkça şu temel soru daha yüksek sesle sorulmayı hak ediyor: Biz gerçekten üniversite mi kurduk, yoksa yalnızca yüksekokul tabelaları mı astık?

Dün gazetede OMÜ ve Samsun Üniversitelerinin bütçelerinin kabulüyle ilgili bir haber vardı. OMÜ’nün bütçesi 10 milyar lira olmuş. Haberi bu açıdan değerlendirdiğimde bu açıdan baktığımızda pek sevindim ama meselenin bir de şu boyutu var:

Şöyle ki:
Üniversite demek, yalnızca derslik, amfi ve diploma demek değildir. Üniversite; bilgi üreten, bilimsel merakı teşvik eden, ülkenin geleceğine akıl ve yön veren kurumdur. İşte tam da bu nedenle Yükseköğretim Kurulu’nun son yıllarda uygulamaya koyduğu “Araştırma Üniversitesi” modeli, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir ayrım çizgisi oluşturuyor.

YÖK, üniversiteleri artık sadece öğrenci sayısına ya da fiziki büyüklüğüne göre değil; yayın sayısı, atıf oranları, doktora mezunları, patentler, sanayi iş birlikleri ve proje üretme kapasitesi gibi ölçütlerle değerlendiriyor. Kısacası, “ne kadar büyüksün” değil, “ne üretiyorsun” sorusunun cevabına bakıyor.

Son açıklanan listede Sakarya Üniversitesi, “Araştırma Üniversitesi” statüsünü kazananlar arasında yer aldı. Ondokuz Mayıs Üniversitesi ise bu unvanın dışında kaldı; aday üniversite olarak izleme programında tutulmaya devam ediyor. Bu tablo, özellikle Samsun gibi kendisini yıllardır “eğitim ve sağlık kenti” olarak tanımlayan bir şehir açısından üzerinde düşünülmesi gereken ciddi bir mesaj içeriyor.

İşin ilginç yanı şu:
Her iki üniversitenin kuruluş hikâyesine baktığımızda, güçlü akademik kökler görüyoruz. Sakarya Üniversitesi’nin ilk akademik yapılanmasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nin önemli katkıları olduğu biliniyor.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi ise Hacettepe Üniversitesi’nin desteğiyle kurulmuş, hatta Tıp Fakültesi ilk yıllarını Hacettepe Tıp Fakültesi bünyesinde geçirmişti. Yani OMÜ’nün genetik kodlarında güçlü bir akademik miras var.

Peki o zaman soru kaçınılmaz hale geliyor: Benzer köklerden beslenen iki üniversiteden biri araştırma üniversitesi olurken, diğeri neden bu eşiği aşamıyor?

Cevap geçmişte değil, bugünde gizli. YÖK, üniversitelerin kuruluş hikâyelerine değil; son yıllardaki performanslarına bakıyor. Kaç uluslararası yayın yaptın, bu yayınlara dünyada kim atıf verdi, kaç doktora öğrencisi yetiştirdin, bilimi sanayiyle ne kadar buluşturdun? Ölçülen şey bu.

Araştırma üniversitesi olmanın da somut karşılıkları var. Bu üniversiteler ek bütçe alıyor, araştırma projelerinde öncelik kazanıyor, nitelikli akademisyen ve öğrenci çekme konusunda ciddi avantaj elde ediyor. Yani mesele bir unvan meselesi değil; doğrudan kaynak, itibar ve gelecek meselesi.

Statüyü alamayan üniversiteler ise yalnızca bir liste dışı kalmış olmuyor. Rekabette geriye düşüyor, büyük projelerde daha az yer buluyor, akademik dünyada görünürlüğü zayıflıyor. Zamanla “eğitim ağırlıklı ama araştırma zayıf” etiketi yapışma riskiyle karşı karşıya kalıyor.

Samsun özelinde bakıldığında, bu tabloyu sadece üniversite yönetimlerinin meselesi olarak görmek de büyük hata olur. Şehir, sanayi, yerel yönetimler ve siyaset kurumu; üniversitenin araştırma kapasitesini destekleyecek bir ekosistem oluşturmak zorunda. Üniversiteyi yalnızca öğrenci getiren bir ekonomik unsur olarak görürseniz, araştırma üniversitesi olamazsınız.

Türkiye’nin asıl meselesi de burada düğümleniyor. Üniversite sayısıyla övünmeyi bırakıp, kaç üniversitenin gerçekten bilim ürettiğini konuşmadıkça bu tartışma hep yarım kalacak. Kalkınma, tabela sayısıyla değil; laboratuvarlarda, kütüphanelerde ve proje ofislerinde olur.

Sonuçta şunu açıkça sormak gerekiyor: 208 üniversiteyle neyi başardık? Eğer hedefimiz dünyayla rekabet eden bir bilim ülkesi olmaksa, sayıdan çok niteliği öncelemek zorundayız. Aksi halde üniversite çok olur, araştırma az olur; kaybeden de yalnızca üniversiteler değil, ülkenin geleceği olur.