Ey ahali, Yahya Kemal Beyatlı’nın tek bir taşını Acem mülküne feda ettiği Güzel İstanbul’dan, Atatürk’ün Şehri Samsun’uma selam olsun!
Ben Ragıp Göker…
Yıllardır bu köşede memleketin derdini kendine dert edinmeye, kalemini halkın yarasına merhem olma niyetiyle bastırmaya çalışan bir garip gazeteci.
Bugün yine öyle bir meseleye değineceğim ki, o mesele cebinizdeki üç kuruşu eriten, sofranızdaki ekmeği küçülten o meşhur enflasyon derdidir.
Ama kuru rakamlardan değil; doğrudan sizin, benim, emekçinin, memurun, emeklinin yaşadığı gerçek hayattan konuşacağız. Çünkü enflasyon dediğimiz şey sadece rakamlardan ibaret bir istatistik oyunu değil; düpedüz geçim kavgasıdır.
TÜİK, kasım ayı için enflasyonu aylık yüzde 0,87, yıllık yüzde 31,07 olarak açıkladı.
Okuyunca insanın aklına “Demek ki memlekette fiyatlar usul usul artıyor, her şey kontrol altında,” gibi bir tablo geliyor.
Bir de bağımsız araştırma grubu ENAG var.
Onlar diyor ki:
Aylık artış yüzde 2,13, yıllık artış ise yüzde 56,82.
Aradaki farka bakın:
Dağlar kadar!
“Hangisi doğru?” diye sormak belki nafile.
Bu soruya herkes kendi meşrebine göre bir cevap verebilir ama ben şunu söyleyebilirim:
Bu rakamlar TÜİK’in plazasındaki koridorlarda değil, pazar tezgâhlarında test edilir.
Faturayı öderken; poşeti toplarken; kira kontratını yenilerken hangi rakamın gerçeğe daha yakın olduğu anlaşılır.
Şimdi gelelim bu işin hayatımıza dokunan tarafına…
Bu enflasyon verileri kimi yakıyor?
Elbette bu ülkede yaşayan herkesi ama en çok da emekçiyi, memuru, emekliyi etkiliyor.
Biliyorsunuz, ocak ayı geliyor. Ocak ayında açıklanacak aralık enflasyonu, maaş zamlarının belirlenmesinde esas alınacak.
Aman dikkat edin!
Bir anda karşınıza TÜİK çıkabilir!
TÜİK’in enflasyon verilerine göre zam yapılırsa; emekli amca, dul teyze, asgari ücretli genç daha da ezilecek. Çünkü düşük enflasyon demek düşük zam demektir. Düşük zam demek ise daha çok yoksulluk, daha çok geçim sıkıntısı demektir.
Hani derler ya “açlık sınırının altında yaşamak” diye…
İşte TÜİK’in rakamları o sınırı daha da aşağı çekiyor. ENAG’ın hesapları ruhumu okşadığı için mi bilinmez; sokaktaki hayat pahalılığını daha iyi yansıtıyor gibi duruyor.
ENAG’ın verilerinin daha doğru olduğu iddiasında değilim elbette; ancak TÜİK’in verileri çarşı ve pazardaki yangınla pek paralellik göstermiyor sanki.
Peki ne yapmalı?
Önce şu soruya bir cevap aramak lazım:
TÜİK’in verileri neden bağımsız kurumların rakamlarına göre daha düşük açıklanıyor, ya da tam tersi?
Siz ne dersiniz bilmem ama sorunun cevabı ekonomiden çok siyasette gizli sanki.
Ama ben diyorum ki:
Aman dikkat!
Sokakta, markette, faturada karşınıza bir anda TÜİK verilerindeki o düşük rakamlar, sizin gerçek enflasyonunuzu perdeleyebilir.
Gerçek enflasyon; cebinizde eriyen paradır, markette kasaya geldiğinizde yüzünüzün ekşimesidir, ay sonunda nefesinizin daralmasıdır.
Peki ne yapacağız?
Teşbihte hata olmaz; bu nedenle Nazım Hikmet’in Koyun Gibisin Kardeşim şiirinde, “Gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen.” dediği gibi bu durumu kader planının bir parçası olarak görmeyeceğiz.
En azından ben öyle davranacağım.
Çünkü 2003 yılında bağlanan emekli maaşım o yılın asgari ücretinin 2,1 katı kadarken, günümüzde ise enflasyon verileri ve SGK’nın aylık bağlama oranlarında yaptığı düzenlemeler nedeniyle asgari ücret düzeyine kadar geriledi.
Merak ediyorum doğrusu; Ragıp Göker’den açlık sınırının altında bir gelirle yaşamaya mahkûm edilme durumunu “Buna da şükür,” anlayışıyla kabullenmesi mi bekleniyor acaba?
O Ragıp Göker, bu satırların yazarı Ragıp Göker olmayacak ama…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da sıklıkla tekrarladığı “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır,” sözünden ilhamla, bu köşedeki yazılarımla içine düşürüldüğüm bu duruma dair itirazımı sürdüreceğim.
Demokratik teamüller çerçevesinde kalmak koşuluyla ve yasaların izin verdiği ölçüde elbette.
Çünkü bunun bir anayasal hak olduğuna inanıyorum.