Bugün 12 Eylül.
45 yıl önce bugün, Cunta Lideri Orgeneral Kenan Evren Genel Kurmay Başkanı olarak, sabahın erken saatlerinde radyo televizyondan çeşitli gerekçeler ileri sürerek yaptığı konuşma metninin ‘’Aziz Yurttaşlarım’’ başlıklı bölümünde, ‘’Aziz yurttaşlarım; Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.’’ sözleriyle darbeyi duyuruyordu.
Evren bu konuşmayı yaparken yanı başında Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun oturuyordu.
Komutanlar, kendilerinin ‘’Konsey’’ olarak anılmasını istiyorlar ve bildirilerini de bu şekilde yayınlıyorlardı ama halk, komuta kademesini ‘’Beşibiyerde’’ adıyla anıyordu.
Hürriyet Gazetesi ve diğer tüm yayın organları darbeyi ‘’Ordu yönetime el koydu’’ manşetiyle duyuruyordu.
Darbeciler, Anayasamızı askıya almış, TBMM’yi kapatmışlar, Süleyman Demirel hükümetini de görevden uzaklaştırmışlardı.
Belediye başkanları da görevden el çektirilmiş belediyeler ve kimi kurumlarına askerlerden ve asker emeklilerinden oluşan yöneticiler getirilmişti.
12 Eylül sabahı bıçak gibi kesilmişti ama 11 Eylül 1980 tarihindeki Perşembe günü gece yarısına kadar sokaklarda gençler bir birlerini boğazlıyorlardı.
Bu nedenle halkın büyük bölümü darbeyi sevinçle karşılamıştı.
Bu nedenle darbecilerin yaptırdığı anayasayı da yüzde 91,37 oy oranıyla kabul edilmişti.
Oysa 12 Eylül 1980 Cuma günü sabahına kadar eskilerin deyimiyle örfi idare, yani sıkıyönetim uygulaması vardı.
12 Eylül sabahı saat 04‘de radyo ve televizyondan okutulan bildiride, ‘’Girişilen harekâtın amacı; ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mâni olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.’’ ifadeleri yer alıyordu ama zamanın ABD Başkanı Jimmy Carter’in ‘’Bizim çocuklar başardı’’ şeklinde ifadelerden de anlaşılacağı üzere, bizim neslimiz sokaklarda bir birini boğazlamaya çalışırken, darbe için ortam hazırlanmış gibiydi.
Cuntanın görevden uzaklaştırdığı zamanın Başbakanı Süleyman Demirel, daha sonraları yaptığı açıklamada, Hükümet adına akan kanın durdurulması için askerlerden yardım istenirken, ‘’Neye ihtiyacınız var?’’ diye sorulmuş, gelen yanıt da ‘’Fener isteriz’’ şeklinde olmuş.
Akan kan fenerle nasıl durdurulacaksa artık.
Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki; etrafımız ateş çemberi.
Bir bataklığın tam ortasındayız aslında.
Atatürk’ün halk idaresine dayalı olarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, bölgemizde halk iradesine dayalı laik, demokratik, hukuk devleti olarak nilüfer çiçeği gibi parlıyor.
Nilüfer çiçeğini bilirsiniz, bataklıkta yetişir ve yetiştiği yere inat bir güzellik sergiler.
Bu yazıyı okuyanlar, yukarıdaki ‘hukuk devleti’ ifademe itiraz edebilirler.
Son günlerdeki kimi uygulamalar nedeniyle bu itirazı yapanlara hak veririm elbette.
Ve fakat.
Önemli olan, Cumhuriyetimizin kuruluş ilkeleri olduğunu düşünürüm.
Bir yanlışın içine düşmüşsek de, kuruluş ilkelerimiz ışığında, o yanlıştan çıkmayı da biliriz elbette.
Cunta Lideri Kenan Evren de, 12 Eylül sabahı yaptığı o uzun konuşmasının birçok yerinde ’Hukuk Devleti’ ifadelerini kullanıyor, zamanın siyasetçileri için ‘’Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti kavramı bir kısım Anayasal kuruluşlarca devletin parçalanması pahasına da olsa yalnız kişilerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin ve milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır.’’ şeklinde ifadeler kullanıyordu ama hukuk devletini bizatihi kendi elleriyle rafa kaldırıyordu.
Ve fakat.
12 Eylül’den kısa bir süre sonra, yasaklar kakmış, demokrasiye yeniden dönülmüş, hukuk devletinin gereği olarak, devletimiz kuvvetler ayrılığı prensibine dönerek demokrasisini yeniden güçlendirmeye başlamıştı.
Demem o ki;
Önemli olan ilkelerdir.
Demokrasiye inanalım ve ona sıkı sıkıya sarılalım.
Gelirsi kolay bence!
Bilmem anlatabildim mi?
12 Eylül diye bir gün