Geçen hafta bu köşede, “Türk Tarımının Sorunları” başlıklı yazımızda, Türk tarımının temel meselelerine ve çözüm yollarına dair görüşlerimizi paylaşmıştık, hatırlarsanız.
O yazıda, Balkan Savaşlarının yanı sıra Birinci Dünya Savaşı’ndan da yenik ayrılınca, Sevr gibi bir utanç belgesini imzalamamız nedeniyle işgale uğrayan topraklarımızı korumak adına verdiğimiz efsanevi Kurtuluş Savaşı sırasında, askerimizin günlük tayını için bile ekmeklik buğdayı ithal eden bir ülkeyken; Büyük Zafer’in ardından doğan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Tarım Mektepleri kurarak planlı tarıma geçmesiyle, gıdada kendi kendine yeten bir ülkeye dönüşme sürecimizi anlatmıştım.
Yazıda ayrıca, bütün dünyayla birlikte bizi de etkileyen “Büyük Buhran” gibi krizlerin yanı sıra, her on yılda bir tekrarlanan darbe dönemleri gibi zor zamanlara rağmen, kendi kendine yeten bir ülke olma başarısını uzun yıllar sürdürmüşken; son yıllarda ekmeklik buğdayın yanı sıra yem hammaddesi, hatta saman bile ithal eder duruma gelmemizin şaşkınlığını da sizlerle paylaşmıştım.
Bir yerlerde yanlış yapıyoruz.
Aslında o yanlışın ne olduğunu da biliyoruz.
O yanlışlardan biri, belki de en önemlisi, 80 yılı aşkın süredir hâlâ toprak reformunu yapamayışımızdır.
Miras hukukundan kaynaklandığı biliniyor tamam ama, arazi toplulaştırması gibi bir uygulamayı yeterince hayata geçiremememiz ve hâlâ parçalı arazilerde tarım yapmayı sürdürmemiz, bir başka büyük yanlışımızdır.
Biliniyor olmasına biliniyor ama yanlışı düzeltmek adına bir adım atılmış da değil henüz.
Planlı tarım politikalarından uzaklaşmamız da diğer bir hatamızdır.
Dr. Rüştü Bozkurt, benim de izlediğim 50’ye yakın toplantıda “ölçeklendirme” der dururdu. Rüştü Hoca’nın dilinde tüy bitmiş olmalı; ama bugün hâlâ bir üretim planımızdan söz edemiyoruz.
Gazetenin dünkü manşet haberlerinden biri “Çarşamba Ovası ormana dönüyor” başlığıyla verilmişti.
Çarşamba Ziraat Odası Başkanı Muammer Aydemir’in bu konudaki çığlığı kaç kişinin dikkatini çekti bilmiyorum ama umarım ve dilerim ki en azından, Samsun tarımına yön verme görevi üstlenmiş yetkililerin dikkatini çekmiştir.
Gerçi pek umudum yok ya, neyse…
Çarşamba Ovası gibi tarıma elverişli, sulanabilir özellikteki topraklarda böyle bir görüntü hiç olmamalıydı.
“Adam ek, adam yetişir” denilen, öylesine verimli bir ovada kavak ağacı yetiştirmek nedir Allah aşkına?
Sahi, Tarım Müdürlüğü’nde görevli onca uzman ne iş yapar?
Ovadaki topraklarda sebze yetiştirmek yerine kavak ağacı yetiştirmenin yanlış olacağını söyleyebilecek bir uzman gitmez mi bu köylere?
1980’li yılların son çeyreğiydi. Güneş Gazetesi’nde çalışıyordum o yıllarda. Mehmet Ali Yılmaz’ın sahibi olduğu Güçlü Gazetecilik A.Ş. yayınlıyordu Güneş’i; adı gibi güçlü ve iyi bir gazeteydi gerçekten.
Yurt haberleri için ayrılan sayfada sık sık tarım haberleri yazardım.
Ovadaki arazilerin sulanmasını amaçlayan Aşağı Yeşilırmak Projesi’nin ikinci aşamasını oluşturan drenaj çalışmalarının 20 yılda ancak yüzde 20’sinin tamamlandığına dair bir haberim yayımlanınca, o dönem Bütçe Plan Komisyonu Başkanı da olan ANAP Samsun Milletvekili rahmetli İlyas Aktaş aramıştı.
“Gada!” diye başlamıştı söze ki: sevdiklerine öyle hitap ederdi rahmetli.
“Şu bürokratları biraz zorlayın da, çalışsınlar.” demişti.
Biliyordum ki milletvekilimiz mecazen söylüyordu; zira bir gazeteci olarak görev tanımımızda bürokratı çalışmaya zorlamak gibi bir yükümlülüğümüz yoktu, haddimiz de değildi.
Aradan uzun yıllar geçti, proje tamamlandı çok şükür.
Ama tam verim alacağımız zamanda ovada öbek öbek kavaklıklar oluştu.
Ki kavak ağacı, topraktaki suyu en çok emen orman türevlerinden biridir.
Ovalarda hiç olmaması gereken bir ağaç türüdür yani.
Tamam, bürokratları zorlamak görevimiz de, haddimiz de değil ama şimdi rahmetli İlyas Aktaş’a da hak vermemek mümkün mü?